Ekleyen : TURKIYE.DK

Eklenme Tarihi : Salı, 26. Nisan 2011 14:40

3024 kez okundu

Tarihin Sonu Geldi Mi? Ekonomik ve politik liberalizmin aktüel başarısı, dünya politikasına ekonominin epey büyük ehemmiyet taşıdığı ilhamını verir. Gerçekte bu büyük gücün anlamı toprağa aittir, geleneksel ölçülerinden epey ötede ekonomi ortam üzerinde gittikçe artarak kurulacaktır. ihtilaflar, tarihteki toplumların kalıntıları arasında halen sürmektedir.

Burada gittikçe yükselen etnik ve milleyetçi şiddetin epey kritik 1 payı bulunur. fakat büyük devletlerin yaşadıkları süreç içersinde ve bugünde bunun ya da tehlikenin farkında olduğu görülmektedir.

Geleceğin yazılabilmesi yani oluşabilmesi sebebiyle anlaşmazlıkların ortadan kalkması gerekliyse, "Tarihin Sonu" gelmiştir ve yazılmalıdır; kısacası mazi unutulmalı, son bulmalı ve anımsanmamalıdır; böylelikle sulh ve umut sağlanabilir.

Francis Fukuyama büyük 1 tartışmacı ve siyaset yorumcusu; son yıllardaki favori tezinin adı "Tarihin Sonu"; Fukuyama yepyeni olaylara dikkat çekiyor; "dünya tarihinde epey kritik 1 şeyin olduğunu" söylerken özellikle de Batı Avrupa´daki ve eski Sovyet Birliği´ndeki reform hareketlerinin ve Batı´nın, "Batı Düşüncesi"nin yükselişinin sonucunda gittikçe bütün dünyaya baştan başa yayılan tüketici toplumun tartışılmasının gereğini belirtiyor. Tartışmasının dönüm noktası, bu düşüncedir üstelik daha da ötesidir; Tanığı olduğumuz şey yalnızca Soğuk Savaş´ın sonu değildir veya İkinci Büyük cenk sonrasını içeren tarihin yazılması değil yalnızca ve yalnızca tarihin sonudur; Bu nokta, insanlığın ideolojik evriminin son noktası olduğu gibi evrenselleşmiş liberal Batı demokrasisi modelinin insan hükümetinin son şekli bi şekilde ortaya çıkmasıdır. Bu yaklaşım uluslararası ilişkilerin kapsamlı 1 değerlendirilmesinde de açıkça görülmektedir. Liberalizmin zaferi öncelikle fikirler ve irade alanında ortaya çıkmıştır ama hakikat dünyada veya materyal dünyadaki sonuca henüz ulaşamamıştır. ama, materyalist dünyanın egemenliğinin daha epey uzun süreceğine inanmak sebebiyle kuvvetli nedenlerin bulunduğu da göz ardı edilmemelidir.

"Saçmalığın Başlangıcı" ama...

Fukuyama´nın Tarihin Sonu kuramı kendisinin de belirttiği gibi, yepyeni ve özgün 1 teori değildir. Aslında kuramın belki de farkedilip, anlaşıldığı en iyi sezon 19. Yüzyıl´dır ve düşünür Hegel´in koşullarında değerlendirilmiştir. Hegel tarihsel olayların materyalist dünyanın dışında kendi doğrultusunda ortaya çıkıp sonuçlandıklarını söylüyordu. Bu yüzden Hegel´ci 1 yaklaşımla da tarihin sona erdiğini söyleyebilir ve belki bu biçimde ideolojik çekişmelerin de çözümleneceğini söyleyebiliriz. Fukuyama´yı anlamak sebebiyle olağandışı geçmişine 1 göz atmak yararlı olacaktır. Üniversite öğrencisi olduğu dönemde, düşünür ve yazar Prof. Allan Bloom´un yanında felsefe çalıştı. Öğretmeni Bloom gibi Fukuyama da entel-provakatör rolünden hoşlanıyordu, yaptığı spekülasyonlar geniş açılı felsefi 1 temele dayandıktan sonraları uluslararası ilişkiler alanında mekan alıyordu. Fukuyama, Orta Doğu ve Sovyetler Birliği üzerine yaptığı 1 tez birlikte politik bilim dalında Harvard Üniversitesi´nde doktorasını tamamladıktan sonraları California´lı 1 "think tank" kuruluşu olan Rand Corporation´da 1 siyaset yorumcusu bi şekilde çalışmaya başladı. Şu anda 43 yaşında olan Fukuyama bütün fırsatta, düşüncelerinin Amerikan siyasetini şartlar ne olursa olsun bütün bi şekilde yansıtamadığını belirtir. Salt bu nedenle Fukuyama, çalışmalarını hür 1 kitap haline getirebilmek ya da özgün düşüncelerini yayınlayabilmek sebebiyle hükümet adına çalışmaktan vazgeçmişti. Amerika ve dışında Fukuyama´nın kuramı epey sayıda ciddi yoruma niçin olmuştur. Time dergisi Fukuyama´yı 1 fenomen bi şekilde görüyor ve şu başlığı koyuyordu; "Saçmalığın Başlangıcı". Çoğu eleştirmen, "Buna inanmıyorum" noktasındaydı ama Fukuyama´nın olağanüsü 1 çizgide geliştirdiği üstün 1 zekanın ürünü olan analizini reddetmek veya yalanlamak asla de kolay değildi ve bu yaklaşımın sahibi, "The National Intereset"in yayıncısı neo-tutucu Irving Kristol´dı. Kristol; "Bu sözcüğe inanmak istemiyorum fakat işin 1 de fakatı var..." diyordu.

Hırs ve savaşma inadı yalnızca üç. Dünya´da mı?

Bazı liberallere göre fakirlik ve ırkçılık gibi sosyal yanlışlar konusunda Fukuyama´nın yorumları yalın kalmaktadır yani Fukuyama´nın Soğuk cenk Dönemi´nin bitimiyle tarihin sona erdiği, ardından da toplumsal çöküşün başlamasıyla yükselen güçlerin, ırkçılık çizgisinde yepyeni 1 dönemi başlattığı savı liberalleri bile ürkütmektedir. Fukuyama´nın yaklaşımı aslında çekici ve biraz da teskin edicidir; Fransız siyasal bilimci Pierre Hassner´in bu yaklaşımı desteklediği gözden kaçırılmamalıdır fakat Hassner´e göre Fukuyama´nın tezi üç. Dünya Ülkeleri´ne ulaşamamaktadır ve görüşünü şöyle açıklar; "Fukuyama savaşma ve kuvvet arayışı hırsının ve inadının Batı´nın dışında olduğunu belirtiyor fakat bu eğilimin trendi ve ilgisi epey gelişmiş ulusların tarihin dışında tutulması şeklindedir. ama bu milletler etkilenmemiş bi şekilde kalabilir mi? Ya da aksine gezegenin kalabalıklaşması ve kültürlerin sarsılması ve de karışımıyla oluşan ve gittikçe de büyüyen hoşgörüsüzlüğün büyümesinin tanığı değil miyiz? Ve bu meseleler manevi gerginliklere bağlantılı değil mi? Ekonomik kriz zamanlarında, şayet nüfus artışı da varsa, alandaki boşluğun gereği bi şekilde güçlerin rekabeti oluşur, bu olasılığı otorite kuvvetler seveceklerdir ve alanı daha kuvvetli yapabilmek sebebiyle bu durum muhafazakarlık taraftarları sebebiyle epey uygundur; ve bunların ötesinde sosyo-genetik anlamda bireylerin ruhlarının mutlak toplumsallaşmaya, şiddete ve hiyerarşiye daima susadıkları sav edilebilir, acaba bu 1 biçimde kendi kendini kanıtlamak mıdır?"

Tarihin draması

Irving Kristol, geleneksel kritik nedenleri öne alarak, Hegel ve Fukuyama´yı belli yönlerden yaklaşarak bütünleştiriyor. Irving Kristol; "Bildiğim tek yol, Hegel´ci duyarlılıklardan en azından birisini serbest bırakmak ve fikir tarzının Aristo´ya kadar geri gitmesidir; bunu istememin nedeni yönetmenin bütün şekillerini yepyeni baştan anlamaktır; demokrasi, oligarşi, aristokrasi, monarşi ve tiranizm; tümü de doğal bi şekilde statik değildir, tümü politik rejimler denge unsuru olan 1 değişime tabidirler ve bütün politik rejimler zamanın çürütücü gücü tarafından bozulmuşturlar. Bu 1 raslantı olamaz. 20. Yüzyıl´da, liberal-kapitalist demokrasiye karşı 1 atik ayaklanmaya tanık olduk fakat tümü başarısız olmuştur ama bu çeşit ayaklanmaları destekleyen kaynaklar halen bulunmaktadırlar." diyor. Belki de en katılımcı yanıt Hegel´ci zeminde Fukuyama´yı tartışan muhafazakar tarihçi Gertrude Himmelfarb´dan gelir. Himmelfarb, Fukuyama´ya göre dialektiğin başlangıç, orta ve sonu içermediğini söyler. ama önde bulunan devrenin sentezindeki tez, antitezdir ve sentezdeki dialektik şimdiki zamanın tezidir. böylelikle mantığa ait ebedi daire hareketine başlar ve tarihin dramasını korur. Himmelfarb; "Tarihin sonsuz gerçekliği içersindeki güveni sağlamak açısından Komünizm ve Nazizm´den bizzat kendim yara aldım fakat burada beklenmedik ve ölçülemez değişimler ve olasılıklar gerçeği hariç tutulmalıdır. Bay Fukuyama sonunda ihtimal bile olsa dinsel, milliyetçi, ırksal ve etnik nedenlerin, liberal demokrasinin karşısına ideolojik rakipler bi şekilde çıktığını söylüyor fakat bunları ciddi birer rakip bi şekilde kabul etmiyor sebebi evrensel anlamlar içermediklerini belirtiyor fakat bunlar birer noktadır Hitler, tartışılabilir, belki evrensel anlama sahip değildir fakat Soykırım iğrençliği bütünüyle hakikat olan tek olaydır. ama, yalnızca kendi içinde düşünülemez yani orada kalamaz, ihtimal bi şekilde emsalsiz, düşünülemez olaylardırlar." Fukuyama tezinde, düşünülemez olaylardan bahseder ve eleştiricilere yanıtlar verir. Açıkçası, bazılarının "Fukuyama´nın teorisi" bi şekilde adlandırdıkları "Sonculuk" tartışmaları sürek edecektir. Gelin şu an Fukuyama´nın ağzından "Tarihin Sonu" kuramını izleyelim;

Tarih yorumlanırsa, gerçeklerden uzaklaşılır...

"Tarihin Sonu? tezinin üzerine dökülen mürekkep döküntüsünden sonraları gerçeğin evrensel 1 uzlaşma olduğunu anladım fakat liberalizmin aktüel durumu böyle değildi, yanılgım eşsiz düzeyde 1 evrensel düşünceyi yaratmaktı. Gerçekte tarih sona ermedi, uzlaşma düşüncesi yaygınlık sürecinde Margaret Thatcher´den, William F. Buckley´i,"The Wall Street Journal"dan, sağdaki "The Nation"ı, Andre Fontaine ve Marion Dönhoff gibi Avrupa´nın soldaki liberal ışıkları bile etkiliyordu. Bunların hiçbirisi, tezime kesin 1 darbe indiremedi, aslında itirazlar epey yüksek sayılmazdı. Aslında eleştirilerin bazıları yalın 1 hatalı anlamadan kaynaklanıyor. Bu nedenle yalnızca söylemek çalıştığım şeyin üzerindeki birkaç hatalı anlama tabakasını soymak kafi olacak. ama kesin olan şey ruhun kıymet kazandığıdır. Birinci ortak hatalı anlama, Hegel´in "tarih" sözcüğünün anlaşılamamasıdır. Önemli veya önemsiz olayları ayırım yapmadan peşpeşe sıralamak doğal olmadığı gibi, tarihin geleneksel tanımlanmasına da müsade vermez veya olayların önemi ve etkileri yeterince anlaşılamaz. Tarih, pekala 1 sona ulaşabilir, bu yaklaşım yalnız Hegelci-Marksist´leri şaşırtabilir. Hegel´e göre tarih, ideoloji tarihin anlaşılabilirliğidir fakat bu kısa 1 düşüncedir ya da tarih düşüncesinin ana kuralı, ilk prensiplere göre yöneten siyasi ve sosyal organizasyonların izlenmesidir. Tarihin sonu kavramı dünyevi olayların sonu değildir fakat ilk prensiplerle koşullanmış insanın fikir evriminin sonu anlamındadır. Tarih, gerçekte insan ilişkilerindeki olayların ve gerçekle, gerçeküstü arasındaki ayrımı anlamak ve daha derinlere inmek sebebiyle 1 denemedir. Hegelci idealizmin perspektifinden tarihin makinası, 1 düşüncedir, insan aklı kendisi birlikte ilgilidir ve sonunda utangaç 1 hale gelir. fikir yalnızca düşünürlerin filozofça karşılıklı konuşması bi şekilde Hegel´ce ifade edilir. Oysa tarih yaşanmış hadiseler gerçeğidir, üzerinde felsefe yapılması ya da yorumlara tabi tutulması, gerçeklerden uzaklaşılması anlamındadır.

Hegel´in Marx Eleştirisi

Tarihin sonu fikrine epey şahıs şaşırdı. Hegel, 19. Yüzyıl´ın başlarında tarihin sonundan söz ettiğinde, kızgınlıklara niçin olmuştu. Özellikle Genç Karl Marx´ın döneminde toplumun açık haksızlıkları karşısında Hegel´in "gerçek olan herşey mantıklıdır" iddiası tepki görmüştü. Gerçekte ise Karl Marx, mesleğini Hegel´in yanlışını göstermeye çalışarak harcadı. Tarihin sonu olasılığı birlikte değil, sonun daha önceden gelmiş olduğunu düşünüyordu. Bizler halen Marx´ın Hegel´e karşı durmaya çalışmasının sonuçlarını yaşıyoruz. Komünizmin bugünkü başarısızlığı merak ediyorsak Marx´ın bütün deneyimde, 150 yıllık 1 sapmanın olup olmadığını ve Hegel´in gerçekten Fransız ve Amerikan devrimlerini liberal-demokratik ortamda tarihin sonu bi şekilde görmesinin doğru olup olmadığını öğrenmemiz gerekir. Ve bu konuda tekrar düşünmeye ihtiyacımızın olup olmadığını da buna ilave olarak düşünmemizin zorunluğu bulunur. Komünizmin peşine düşen şey, diğer ideolojiler sebebiyle de doğrudur. Tartışmamın özü, dikkate kıymet 1 düşüncenin yani uzlaşmanın liberal demokrasi içindeki yaşama yeteneğini ve kanuna uygunluğunu araştıran 1 incelemedir. Bu ideolojik uzlaşma, ne otomatik ne de bütünüyle evrenseldir. ama mazi yüzyılların herhangi 1 dönemine göre epey daha üst düzeydedir. Geleceğin büyük ve kritik olayları sakladığını öne sürmek, tezime karşı çıkmak sebebiyle kafi değildir. Birisi bu olayların sistematik siyasi fikirler ve sosyal yargılar sonucunda oluştuğunu söyleyebilir fakat bu sav liberalizmin yerine geçecek 1 düşüncedir. Tabii ki asla kimse Hegelci tarih tanımlamasını kullanmaya zorlanamaz. Öte yandan yine asla kimseye tek 1 terimi kullanmak sebebiyle bütün yetki verilmez; bu bütün profesyonel tarihçilerin kullandığı terimler sebebiyle de geçerlidir. Profesyonel 1 tarihçi, tarihteki nedensellik hakkında bize birşeyler anlatabilir; bununla beraber tarihçi sıfatıyla kadın veya erkek, kim olursa olsun tarihsel olayların iyi veya kötü, kritik veya önemsiz olduğunu, Aztek toplumunda insan kurban etmenin eski Atina´dan daha az veya daha çok olduğunu veya Schiller ya da Beethoven´in çalışmalarına ya da 16. asır Vietnam´ının köylü kültürüne daha çok alaka göstermemizin lazım olup olmadığını bizlere anlatamaz. değişik tarih yazma okullarında, değişik tarihçiler, dış dünyaya karşı fikirlerini, ki bunların bazıları siyasi önyargılardır; kurallar doğrultusunda yukardaki gibi mevzular üzerinde tartışırlar ve sözde hakikat sorulara karşı, tarih çalışmaları yaparak veri verirler ve sonuçta kabul edilebilir tek sonuca felsefe birlikte kolayca ulaşılabilir. Hem tarihte felsefenin önemini hem de tarihin felsefi önemini anlayan ilk düşünür, Hegel´di.

Tüm Hegelciler! Şimdi bütün sırası...

Günümüzün Neo-Muhafazakarı Irving Kristol çoğumuzun, birşey bilmediğimiz halde gerçeğin tarihsel ilişkilerine inananlar "Hegelciler" olduğunu söylediğinde elbette doğru söylüyordu. Biz çağdaş tarih anlayışımızı Hegel´e borçluyuz; 1 evrim sonucunda ilkellikten bu yana geldiğimize inandığımız gibi; kralların tanrısal doğruluğuna, köleliğin kanuna uygunluğuna inanmamız örneklerinde olduğu gibi... Kültürlü insanlar arasında Locke ve Aristo´nun görüşlerinin bütünüyle ve sonsuza kadar doğru olduğunu sav eden şahıslar bulunur. Kendi zamanlarında önde olan ama sonradan büyük düşünürlerin görüşlerini algılamayan fakat güçbela öğrenim yapmış insanlar da bulunur. hakikat, tarihe göre görecelidir sözcüğünü kabul eden herhangi 1 şahıs farkında olmasa dahi tarihin sonunun sorusuyla yüzleşir. Önceki düşünürlerin yalnızca kendi zamanlarının ürünleri olduğuna inanan 1 şahıs, şayet dürüst ve tutarlıysa, kendi ve kendisinin tarihi geçerliliğinin onların zamanlarının ürünleri olup olmadığını da sormalıdır. Kadınların rolüne dikkat eden ve babasının epey eski görüşlerini ufak görerek, tenezzülle bakan bugünün feministi, kendi görüşlerinin yeterince yalın olup olmadığını veya gelecekteki kendi kız torununun gözünde antika bi şekilde görülmeyi engelleyecek daha çok ilerici görüşlere sahip olup olmadığını yine kendisine sormalıdır. Ve şayet öyleyse birazcık enerjilerini niçin harcarlar bugünün nedenlerini kıskançlıkla niçin tartışırlar? Tarihçilere göre bu sözcük oyununun dışında 2 yol bulunur. Birincisi, tarihin sona erdiğini bildirmek sebebiyle Hegel tarafından seçilen yoldur. Hegel, düşüncenin gerçeğin rolünü oynadığını kabul ediyordu ama kendi sisteminde düşüncenin gerçeğin rolüne eriştiğini ve ideolojinin felsefeye dönüştüğü tartışıyordu. Öte yandan Hegel´in sistemi, felsefenin sonunu simgelemekteydi. Çünkü artık hem gerçeğe hem de yepyeni felsefeye ait 1 önermeyi ifade etmek bundan sonra imkansızdır. Hegel, tarihin sonunun çağdaş ortamda desteklenmesinin lazım olacağını her felsefi açıklığıyla anlamıştı. Aksi taktirde doğrunun temelini oluşturan kavramlar gerçekte asla 1 temele sahip olamazlar. Diğer yol, Nietzsche ve onun radikal tarihi geçerliliğinin sonuçlarını bütünüyle kabul eden Heidegger gibi 20. asır izleyicileri tarafından seçildi. Ve bunun geleneksel ahlak anlayışı veya doğruluk düşüncesiyle olabilir olamayacağını anladılar. Daha yalın bi şekilde ele alalım. Tarihin sonu görüşü olmadan tarihi gerçeklerin politik karıştırmalarla sonuçlanma deneyimi, bazılarının sindirmeye niyetli olduğu sonuçların (faşizm ve savaşın yüceltilmesi) doğmasına niçin olur. Aydın olduğumu kabul etmeliyim. Ulaşılmak istenilen amaç uzun vadede dünyayı fiziksel bi şekilde yönetecek, dediğimde kişilerin ve hükümetlerin, etkin 1 aracı olmadan mekan oluşacağı veya yöntemin kolay ya da otomatik olacağı anlamında değildir. Açıkçası, demokratik inkilap, dünyadan bütünüyla epey uzaktır ve Hegelci düşüncede bilinç kritik 1 çalışmayı gerektirir ve amacı bütünden ötedir, daha epey savaşır. Sovyet bloğunda büyük kötülük reform hükümetlerinin yüzyüze geldiği vazife anlayışıydı; göz korkutuyordu ve garantiden uzaktaydı. Başarı, daima söz vermenin epey uzağındadı; Hem yöntemin aksilikler olmadan ortaya çıkacağını hem de yol boyunca aksiliklerin yenik edileceğini düşünmek anlamsızdır.

Düşünceler Hesabı

Daha önce de söylediğim gibi bu uzun koşu, asırlar olmasa da birkaç nesil sürek edecek. Şöyle 1 hatırlayalım; Napolyon´un Avrupa´ya hakim olmasıyla tarihin sonu, 1806 yılında açıklandı. Hegel yorumcusu düşünür Alexandre Kajeve´yi izledim; o, esas doğrulamaya inanıyor, ben de inanıyor ve sonunda insanlık tarihinin öncü kolunun bu tarihte geldiğini düşünüyorum. ama asıl kritik olan fikir devriminin dünyada başlamış olduğu ve bu devrimde düşüncelerin hesaplandığını bilmek gerekir. Yüzyılımızın olayları, anlaşılır biçimde bizleri sarstı ve alay edilir 1 hale getirdi. Bu kinizm (ahlakı hor görme) yalın sağduyu sınırlarından ileri gitmeyeceğine göre, gerçeğin bizi kör etmemesine dikkat etmeliyiz. birtakım durumlar sebebiyle kritik değişmelerin komünist dünyada sürek ettiğini reddetmek olabilir değildir; son birkaç yılda ortaya çıkan komünizmdeki aşırı ahlaki kusurları anlamak ise olasıdır fakat netice başaramamaktır. Bu şeylerin iyi olmayacağını öne sürmek gerçekte şehirlerde yaşayan insanların daha iyi hayat umutlarını baltalamaktır. Son bi şekilde, ufak düşürmekle suçlandığım üç. Dünya birlikte alakadar birşeyler söylemeliyim. Sözlerim, onların önemini lekelemek anlamında değildir. ama açık hakikat göstermektedir ki politik seçenekleri düzenleyen dünyadaki kritik ideolojiler, Birinci Dünya´dan Üçüncü´ye akıyor gibi görünüyorlar ve bunun tersi asla olmuyor. Bunun niçin böyle olduğunu bilmiyorum. ama Üçüncü Dünya devrimcilerinin, 1 türlü ölemeyen Birinci Dünya düşünürlerinin ve tartışmacılarının çalışmalarını halen incelemeye sürek ettikleri herşeye rağmen dikkate kıymet 1 hakikat ve olgudur. Tartışmamı doğru bi şekilde anlayan okuyucular, çağdaş liberalizme karşı ideolojik rekabetin muhtemel birkaç kaynağını önerdiler; bunların arasında Komünizmin kendisi, siyasal tutucu İslam. milliyetçilik ve bizim halen haberdar olmadığımız birtakım yepyeni Çağ ideolojileri vardı. dizi birlikte bunları 1 düşünelim.

Reformun kırılganlığı

Çalışmama karşı en ortak yergi, epey öncelerde komünizmi prematüre olduğunu ve hakikat dünyada 1 kuvvet değil yalnızca 1 fikir olduğunu kolayca yazmama karşıydı. Bu yergiyi destekleyen değişik yazarlar tamamlanmamışlığa ve Sovyetler Birliği´inin, Çin´in ve Batı Avrupa´daki reform hareketlerinin kırılganlığına ve sert komünistlerin halen sürek eden enerjisine dikkat çektiler. Komünist dünyada başlanmış reform hareketlerin kırılgan ve eksik olduğunu kabul eden ilk şahıs benim. hala reforma katlanan ulusların birisinde bunun böyle olmadığını sav eden biri akılsızdır. Geleneksel bi şekilde korkulan eski SSCB´nin maddi olanakları ve askeri gücü kritik değildir, kritik olan bizim hakikat hayatımıza zıt olan mezhepçi 1 düşünceyi somutlaştırmayı sav eden düşüncenin verdiği gözdağıdır. Son bi şekilde eski Sovyetler Birliği düşüncesi dünyada kalan son bağımlılıkla hala yaşıyor. ama muhakkak ki, SSCB´nin en azından tekrardan canlanmasının 1 vazife sayılması ve bunu düşünenlerin "kurtarıcı" sayılması ya da bu duygunun geçerliliğidir. Rusya´da yepyeni 1 baskıcı Komünist düzeni yenilemek sebebiyle geleneksel vasıtalar yani polis ve ordu kullanılabilir. ama ekonominin statik problemlerini gidermek veya partinin ahlaki sorumluluğunu onarmak sebebiyle eski Marksist-Leninist fikirleri tekrardan canlandırmak epey zor olacaktır. General Jaruzelski 1981 yılında, başarılı 1 ekonomi yaratmak sebebiyle, insanların lazım olan şeyleri yapmaya, risklere girmeye, değişiklikler yaratmaya hazır olduklarını ve daha sıkı çalışmak sebebiyle zorlanmadıklarını farketti, oysa bu insanlar Komünisttiler. İslami aşırı tutuculuk, İslam dünyasında liberalizme karşı yalnızca 1 rakip değildir. Birçok millet, liberalizme karşı açık ve seçik 1 zafer kazandı. Ve tutuculuk, Müslüman olmayan toplumların dışında hemen hemen asla 1 çekiciliğe sahip değildir. Batılı ulusların milli düzeyde İslam´a ait gruplarla çatışması (yani terörizm) batının liberalizmini korkutmaktadır hatta bu ulusların başında 1 de bağdaşılması zor olan göçmen nüfus sorunu bulunur. Japonya veya Amerika´nın genç insanları arasında yeterince taraftar bulamamak İslam´ın başarısızlığıdır. Ve tutuculuğun kuvvetinin düzeyi, İslam dünyasıyla daha önce de karşılaşan liberalizmin kuvvetli çekiciliği kadardır ve eşdeğer zamanda da 1 tepki gibidir.

Geleceğin potansiyel tehlikesi yine Almanya ve Fransa mı?

Komünizmin Batı Avrupa´dan çekilmesiyle uzun süre ayakta kalan milliyetçi düşünce ayrılığının yükselişini seyretmek büyüleyicidir. Milliyetçilik ve liberalizmin nisbi dayanıklılığının en büyük testi Almanya´da olacaktır. Milliyetçi düşünce ayrılıkları, en epey 10 yıl içinde ya da biraz sonrasında büyüyecektir; liberalizmin göreceli dayanıklılığı ve milliyetçilik Almanya´ya gelecektir. İdeolojik konuların ötesinde milli düzeyde askeri karşılaştırmaların geri dönüşünü öngörmek epey zor 1 iş değildir. İşte tarihin sonu buradadır; tarih devletsel Komünizm´in bitişiyle son bulmuştur ve bundan sonra yani 1 tarih yazılacaktır fakat yepyeni yazılımın kuralları epey değişik olacaktır. Milliyetçi 1 düşünce ayrılığı, tarihteki kritik ideolojik savaşların düzeyine eriştikten sonraları dünya düzenine karşı ciddi 1 tehdit haline gelecektir bu arada birkaç durumla karşılaşılabilir. İlk bi şekilde sömürgeciliğe dönülecek, mezhepçi ve sistemleştirilmiş 1 toplum görülecektir. yalnızca ortak etniğin kurtuluşu adına, sınırın diğer tarafında bulunan ortak etniğin kurtuluşu mazeretiyle doğrudan doğruya hükmetme oluşumu doğrulanır. Bunun nispeten muktedir, kuvvetli ve büyük 1 ulusda mekan alması gerekir. Bu şartların yokluğunda aşırı milliyetçilik, hudut komşularında ve ulusun vatandaşları üzerinde hasar yaratabilir. ama neyse ki, limitli düşünce ayrılıkları, 40 sene boyunca, planlandığı ve korkulduğu gibi nükleer silahlarla donatılmış süper devletler arasında kıtasal 1 savaşa dönüşemedi yani kuvvetli büyük ve muktedir devletler ortak etnik kompleksine şimdilik düşmediler. limitli milliyetçiler, birbirleriyle hala yüksek derecede rekabet içersinde bulunan büyük güçleri dünyada 1 anlaşmazlığa teşvik edebilirler. Böyle 1 sonsuz milli tartışma Balkanlar´da yaşayan büyük Avrupalı güçleri Birinci Dünya Savaşı´na sürüklemeye kafi olmuştu. ama şimdi bu çeşit 1 dünyada yaşamıyoruz. Avrupa milliyetçiliğinin doğası 1914 yılından beri epey değişti. Bugün Batı Avrupalı güçlerin merkezi Doğu-Batı rekabeti içinde toplanmakta ve kendisine yönelik baskıyı bölmeye çabalamaktadır. politik düşünür Allan Bloom´a göre, asıl tehlikeli milliyetçilik Fransa ya da Almanya´da bulunan göçmen karşıtı sağcı gruplardan birisinin büyümesidir ve bu ihtimal Avrupa´nın kalbinde büyümektedir. Diğerleri Yeşil harekete eşdeğer, sıkı yönetim yanlısı 1 potansiyele sahip olduğunu ileri süren sosyal demokrat ezgilerini kullanan yarı yepyeni Çağcı gruplardır. Bununla beraber politik sistemleri bozacak kadar aşırı giden partilerin asla birisini gelecekte göremiyorum.

Güçlü Demokrasi

Liberalizme son rakip X-faktörü bi şekilde adlandırılan şeydir. Tarihçi Gertrude Himmelfarb´ın az az şefkatli yepyeni Amerika´sı bugünün ideolojik hedefi olmadan fikir ufuklarında beklemektedir. Bu çeşit ilerlemeler tabi ki mümkündür. Hegel, 1806 yılında, faşizmin veya komünizmin gelecekteki görüntüsünü hesaplayamadı ve bunun sonucunda Kojeve olanları "Şeytani Sonuç" bi şekilde açıkladı. böylelikle yaklaşık 200 sene sebebiyle Hegel´in "Evrensel Ortak Cins Ortamı" nın gelişi ertelendi. Bununla beraber Hegel, daha büyük kavramlarla yükseldi. Varlığı reddeden ilk büyük çağdaş filozoftur: İnsan doğası (gerçekte doğa 1 genellemedir) ne kalıcı ne de evrenseldir, daha epey insan tarafından kendi tarihsel evrimi istikametinde yaratılır. Bu kendiliğinden yaratılmış metot rasgele veya gayesiz değildir. ama nedenlerin açığa çıkması ve sonucun açıklanmasıyla açık 1 yönlendirmeye niçin olur. fakat bu epey uzun 1 oluşumdur. politik ve sosyal eşitlik üzerinde kurulan evrensel demokratik iman ve inkilap 1980´lerin veya Fransız Devrimi´in 1 ürünü değildir. Tocqueville´nin son yüzyılda yazdığı "Amerika´daki Demokrasi" de belirttiği gibi demokratik eşitliğe doğru ilerleme, birkaç asır önce başlamıştır ve asla kimsenin bu koşuda durdurulamadığını kaçınılmaz 1 tarihsel 1 oluşum gibi görünmektedir. 1 farklı deyişle insan doğası 2000 sene önce değişime uğramıştır. Bizim çağdaş demokratik eşitlik anlayışımız ölümün korkusuna veya uykuya ihiyacımızın olması gibidir. Doğamızın 1 parçası olan 1 his şeklinde tezahür eder.

"İnsan eşitliğine inanmak, 1 aldatmacadır..."

Demokratik eşitlik eğiliminin vakit sürecinde (yani nesiller için) limitli düzeyde tutulmasında üstelik lokalize edilmesinde üstelik birtakım yerlerde iptal edilmesinde hem fikiriz. En büyük Hegelci sual, Avrupa´da en azından miladi takvimin başlangıcından beri süregelen çağdaş demokratik eşitlik anlayışına yönelik ilerlemeyi bütünüyle tersine çevirebilecek 1 kazaya uğramamak sebebiyle kendine dikkat edip etmeyeceği veya bu yönde daha önce mevcut olan doğamızın değişip değişmediğidir. 100 sene ya da daha epey sonraları kapsamlı bi şekilde kabul edilecek köleliğin kanuna elverişli bulunduğu 1 dünyada yaşayabileceğimiz ve bugünün demokrasilerine ırak olan monarşik ve aristokratik 1 döneme geçebileceğimiz akla elverişli mudur? İnsan eşitliğindeki inancımız sebebiyle kirli çamaşırları ortaya çıkaracak ahlakçıların, yepyeni nesillere Hristiyanlık tarafından büyük hile birlikte kabul ettirildiğini söylerken Nietzsche haklı mıydı? Gelecek küresel nükleer 1 cenk veya çevresel 1 tufan, maziyi silecek ve tarihsel yönteme tekrar başlanacak mı? Yoksa önce bıraktığımız ve sonradan inşa ettiğimiz demokratik eşitliğe inanan 1 dünyada kendimizi toplayacak, azınlıklar ve kadın hakları üzerinde yaptığımız tartışmalara sürek edecek miyiz? Bu soruları, yanıt verme umutları olmadığı sebebiyle cevaplamıyorum. Liberal toplumların güvenliği 2 kenarı kesen 1 kılıca eşdeğer. buna ilave olarak siyasi bi şekilde tehlikelidir. Çünkü bütünüyle çözülmemiş liberal toplumlar, sürek eden çelişmeleri işaret eder. Bu problemler daimi ve kalıcıdırlar ve bunlar çağdaş demokratik eşitliğe inanan toplumumuzun çıkarlarını seven bütün nesle yönelik bi şekilde çalışırlar. ama bu değişik 1 hikayedir ve henüz yazılmamıştır; yepyeni Tarih´te yazılacaktır.


Toplam Kullanılan Oy : 580