İnsan hakları bireylerin salt insan olmakla kazandıkları haklardır. İnsanların insan bi şekilde taşıdıkları değerin sömürü baskı, kıyım ve bütün çeşit lü doğal kuvvet karşısında korunmasına dayanır. Tanımı ve sınırları konusunda bütün vakit bütün 1 anlaşmaya varılamasa da esas birtakım varsayımlar üzerinde anlaşılır.
İnsan hakları temelde devlet gücünü sınırlar; hem kanuni hem de ahlaksal düzenlemelerin kapsamına girer; hem olanı hem de olması gerekeni dile getirir.
Özünde kapsamlı ve evrensel niteliklidir; her insanların üstelik birtakım durumlarda henüz doğmamış olanların bütün yerde sahip olması gereken haklardır.
Böylelikle belirli 1 durumda bireyin veya grupların eşdeğer haklarının korunabilmesi anlamına gelir. Her normatif gelenekler gibi insan hakları da zamanın ürünüdür.
Özünü ve biçimini veren tarihsel sürekliliği ve değişim süreçlerini yansı tır. İnsan Hakları kavramının, epey eski 1 tarihi bulunur.ancak bu kavram,yalnız II. Dünya Savaşından sonraları kesin çizgilerle sınırlandırılmış, tarifi yapılabilmiş, bireyler için teminata bağlanabilmiştir.
Kökenleri Stoacılığın doğal hukuk görüşleri birlikte yakından ilişkili Eski Yunan ve Roma düşüncesine dayanıyordu. Eski Yunan Stoacılığından etkilenen Roma hukukunda ius naturale (doğal hukuk) sistemine mekan verilmiş ve ius getiuma (bütün kavimler için geçerli hukuk) uymak koşuluyla, yurttaşlık haklarını aşan birtakım evrensel haklar tanınmıştır.
XVIII. yüzyılda aydınlanma birlikte ileri adımlar atıldı. John Locke birlikte Montesquie, Voltaire ve Jean-Jocques Rousseau gibi filozoflar bu alanda kritik katkılarda bulundular. Locke birtakım hakların bireylerin sadece insan olmalarından kaynaklandığını sebebi bu hakların, bireylerin toplumsal sözleşmeyle sivil topluma geçmelerinden önce içinde yaşadıkları doğal durumda var olduğunu ileri sürdü.
İnsan haklarının doğallığı görüşü, karşı görüşlere ve tartışmalara yol açtı. Mutlak değişmez, sonsuz bi şekilde nitelendirdikleri için birbirleriyle çeliştikleri ileri sürüldü. 1 farklı kritik etkili de hem ilerici hem de tutucu çevrelerin tepkileri oldu. Doğal hukuka ve doğal haklara karşı XVIII. yüzyılın sonlarında başlayan bu hücumlar XIX. ve XX. asır boyunca daha da yaygınlaştı. Friedrich Karl von Savigny, Henry Maine gibi düşünürler hakların, belirli topluluklara has kültür ve etraf değişkenlerinin türevi olduğunu vurguladılar.
John Austin, Thomas Hobbesun 1 deyimini kullanarak tek yasanın hükümdarın buyruğu olduğunu, Zudwig Witgenstein da gerçeğe yalnız doğrulanabilir deneyimlerle ulaşılabileceğini sav etti.
Günümüzde ise hangi kültür çevresinden gelirse gelsin hukukçuların, felsefecilerin ve sosyal bilimcilerin epey büyük çoğunluğu bütün insanın birtakım esas hakları bulunduğu konusunda birleşir.
|