Herkesin hayatında tesadüfler vardır.
Herkesin hayatında tevafuklar da vardır…
Kimi tesadüflere sarılır, kimisi de tevafuklara… Kiminin yolu tesadüflerden geçerken suskun bir geçmiş bırakır ardında; kimi ise tevafuklardan geçerken çığlıklar…
Bazen suskunluk çığlık olur, bazen çığlık suskunluk…
Ama insan çığlığıyla da, suskunluğuyla da nedense hep ‘insan’ olarak anılır.
İnsan…
Hayat da böyle değil midir?
İkisinin de sustuğu yerde bir öz geçmiş çıkar ortaya. Oysa en öz geçmiş insanın mezar taşına yazılandır…
Doğum: Şu tarih…
Ölüm: Şu tarih…
Ruhuna Fatiha…
Bir Fatiha okur, geçer gidersiniz hiçbir zaman sımsıcak gelmeyen ama oldukça sıcak ve bir sonu haykıran mezar taşlarının yanından…
Oysa insanın üvey olan çok şeyi vardır ama nedense bir üvey geçmişi yoktur. Geçmiş, özdür ve sadece insana aittir.
Ölümü gibi insanın yaşamı da özdür ve düşündükçe, inandıkça kabuklar yavaş yavaş bir zar gibi soyularak özün özüne ulaşırsınız.
İnanır mısınız bilmem, aslında insanın öz geçmişi, yine insanın geleceğine dönük ışıltılı tılsımlar taşır.
Ama bunu ne öz geçmişe sahip olan insan algılayabilir, ne de bu öz geçmişi okuyan… Çünkü genel hatlarıyla insanın kendisini anlattığı birkaç satırlık yıllar ve yıllar içinde gerçekçi olduğu kadar gizemli derinlikler içerir o satırlar.
Oysa O’na sorsanız, şu gün, şurada doğmuşum, şuralıyım, şu şu okulları bitirdim, bir de şunu yaptım, der geçer. Üzerinde durmaz. Durmak istemez. Zira hani dedim ya, geçen yıllar, her insan gibi O’nda da, O’nunla birlikte yaşayacak yaralar açmıştır.
Aslına bakarsanız herkesin özgeçmişi biraz yaralıdır ve nedense herkes, özgeçmişini yazarken, gelip gelip acılara takılacağını bildiği için pek üzerine düşmez, düşmek istemez.
Ama biri bu öz geçmişi merak eder. Azıcık araştırır ve yazar.
Her ne kadar O, Yani Bedirhan Gökçe bütün alçak gönüllüğü ve kendinden bahsedilmesini sevmemesine rağmen.
Biri yazar:
Der ki, O, öz geçmişe değil, öz bir geleceğe talip! Burada özden kasıt elbette kısaltılmış kelimelerle anlatılan, derinliksiz bir ‘öz’ değildir.
Öz, yani töz…
Yine O’na, Bedirhan Gökçe’ye göre ‘Biraz kül, biraz duman!’ Yani yangın yeri bir yürek…
Ardahanlı olmasına Ardahanlıdır da Kars, Iğdır alınıp, üzülmesin nezaketinden, ‘Nerelisin?’ diye soranlara, bir çırpıda ‘Kars-Ardahan-Iğdır’ deyiverir.
En büyük özelliklerinden birisi ‘Azıcık aşım, ağrısız başım’, ya da ‘Bir lokma bir hırka’ kabilinden, onurlu bir yaşam edinmek amacıyla gecesini gündüzüne katıp, çocukları için yaşamayı seçmiş dağ rüzgarı Zekeriya Bey’in oğludur.
Annesi Gülgez Teyze…
Teyzelerin teyzesi, gözleri dağ menekşesi kadar derin bakan Gülemeden gezen, yaşlandıkça güz, konuştukça can!
20 Mart gecesi Gülgez teyzenin karnında hastaneye giden, 21 Mart sabahı ‘Oğlunuz oldu, hayırlı olsun’ diye kucağına verilen Bedirhan, çipil gözlerle hastaneden çıkarken, kimse 21 Mart’ın ‘Dünya Şiir Günü’ ilan edileceğini bilmez.
Üstelik ‘Bir lokma, bir hırka’ Zekeriya Bey, parasızlıktan oğlunu ertesi gün nüfusa yazdırır. Aslında Zekeriya Bey, o gün Bedirhan’ı nüfusa yazdırırken, Bedirhan büyüdüğünde, nüfus cüzdanının kimsenin görmediği yerinde o güne ait bir mahcubiyetin notunu okur durur:
‘Baba niye o gün yazdırmadın? Birinden borç da mı alamadın?’
‘Ne bilem ki oğul, bele olacak. Bilsem alırdım, ya da ‘dün doğdu öyle yazın’ derdim…’
Gülgez ana girer araya, Bedirhan’ının, oğlunun gözlerinin içene bakarak konuşur:
‘Caaan der oğul kader, kader!
İnsan özgeçmişini kendisi yazsa belki bu yazının satır aralarına ilkokul defterlerinin kenarına yapılan çiçeklerden bile yapar değil mi? Ama olmaz ki…
Bebek Bedirhan Gökçe farklıdır; Gülgez Hanım anlatır ara sıra… Ama çocuk Bedirhan Gökçe daha da farklıdır.
Mahallenin güneş yanığı yanaklı, ekmek düşmanı bebeleri top (bugünkü deyimle futbol) oynarlar ilk topa vurmada yırtılıveren naylon ayakkabılarıyla. O değil oynamak, seyretmekten bile hazzetmez. Ama para işinden hiç anlamamasına rağmen ve ticaretle uzaktan yakından ilişkisi olmayacağı, olamayacağı ve olmadığı halde özellikle büyük mahalle maçlarında su ve sakız satar.
Kazandığı parayı Kemalettin Tuğcu’ya, Ömer Seayfettin’e yatırır. Okumak bir sevda gibi dilinin ucunda, küçücük yüreğinin derinliğinde saf ve alışkanlık yapıcı bir tat bırakır.
Okumak bir bağımlılıktır, güzel ve coşturucu bir bağımlılık!
Ama içinde, yüreğinde, bedenini yay gibi geren bir his daha vardır: Spor sevdası.
Bu sevdanın özü ise nedense Karate’dir. Neden biraz da aslında Zekeriya Beydir. Zira Zekeriya Bey, savunma sporlarına meraklıdır. Olur ya bazen zaman, mekanın korumasında insanı açıkta bırakabilir; özellikle de erkek adam güçlü olmalıdır. Dünyanın bin bir türlü hali var!..
Cebinde üç kuruş sakız ve su parası, gider yazılır Bedirhan Karate Kursuna. Başladığı, yaptığı her şeyde olduğu gibi sadakatinin sınandığını bilerek yıllarca sürdürür Karate’yi. Öğreticilik belgesi alır ve siyah kuşak 2. Dan’a kadar yükselir… Ama yaşı büyüdükçe de zaman daralır… Öyle ya insan büyürken zaman küçülür!
Artık uyumaya bile vakit bulamayan, okumaya tutkusu bir bağımlılığa dönüşmüş olan Bedirhan Gökçe, TRT’nin açtığı, yine tam bu sırada gazete kupüründen kestiği mankenlik ilanı ile iki sınava birden girer. İkisini de kazanır.
Ama yüreğindeki ateşin erittiği ruh bu iki kalıba da uymaz…
Nasıl olursa olur ve yedi yıl boyunca okul tatillerinde çaycı olarak çalıştığı kurumda, çaycı önlüğünü çıkarıp, kravatı takar. Ver elini Memuriyet…
Aynı şekilde ruhu burada da sıkılır…
Devlet babadan değil de Zekeriya Babanın korkusuyla memuriyetini sürdürürken, çıkış için kapılar, pencereler arar, çalıştığı kurumda. Bu arayış, spordaki başarısını madalyalarla süsler…
İşte tam bu sıralarda Türkiye’de yaşanan özgürlük ortamıyla birlikte özel radyolar da boy göstermeye başlamıştır.
Bir akşam kendisini bir radyo mikrofonunun önünde bulur. İşte geçmişin özü de burada o mümbit toprağına kavuşur.
20 Ağustos 1993 gecesinde ‘İyi geceler Ankara!’ diyen Dünya Radyo’nun Bedirhan’ı başkentinin Bedirhan Gökçesi olur…
Kısa zamanda tanınır Başkentte… 1996 yılında bir teklif ile zaten kaçmaya yer arayan Bedirhan Gökçe’ye kapılar ve pencereler açılır… Bir güvercin yüreği fırlar çıkar geceye…
Aile meclisi, şaşkınlık içinde dinlediği Bedirhan Gökçe’nin gerekçeli kararıyla sunduğu memuriyetten, ‘Devlet Baba’dan ayrılma, istifa etme kararını, saygıyla ama korku ve endişeyle, mecburen kabul eder…
1998 yılında Ankara’nın yerel televizyonu Kanal A’da yaptığı şiir programıyla, kültür programları dalında RTGD TV OSCAR’ları ödülünü kazanır. 1999 senesinde şimdi hatırlamak istemediği, kendisini çok yoran ve üzen ilk şiir albümünü ardından da aynı adlı şiir kitabı yayınlanır.
Sene 2000 i gösterdiğinde artık yolunun İstanbul olduğuna karar verip, vatan borcunu da ödemiş olmanın rahatlığıyla Radyo Tatlıses’e transfer olmuştur…
Artık yerel şöhreti ulusal olmaya başlamış TGRT, TRT, CİNE 5 gibi ulusal TV’lerde yine şiir üzerine programlarına devam eder…
Aldığı ve evinin duvarlarını bir baştan başa kaplayan ödüller, yüreğinde birer dost yıldızlar olarak dinleyicilerini ve seyircilerini yaşatırken, 2005 de yaptığı ‘Başım Gözüm Üstüne’ adlı ikinci albümü, ayrıca aynı yıl ‘Şifalı Hüzünler’ adlı kitabı çıktığında yüreğindeki sese kulak verir.
İyisiyle, kötüsüyle Radyo Tatlıses’den ayrılarak hemen ardından Best FM’e geçer…
Acılar ve yalnızlıkların FM bandı…
‘3. Sayfa’nın yürekleri artarken ve daha da güçlü çarparken, o bu sesin biraz gece biraz da içine kapanık suskunluğunda, kendini dinler aylarca…
Bu dinleme sırasında Kral TV’de 39 bölümlük uzun soluklu ‘İz Bırakanlar’la iz bırakmanın ötesinde RTÜK’ün ‘Doğru ve etkili Türkçe kullanımı ödülü’ne layık görülür. Bu ödül de sayısız ödüllerin yanında bir dinleyici ve izleyici kalbi olarak, onu yeni bir zaman ve mekanın içine doğru çeker…
O, şimdi, kendini dinleyenlerin ve izleyenlerin yürek sesine ayarladığı sesinin yanı sıra dergi ve internet sitelerinde günlük yazılar yazmaktadır. Ayrıca karış karış Anadolu’nun her köşesine koşarak, adım adım yurt dışını dolarak, gittiği her yere şiir ve söz ekmektedir.
Yani söz, yani töz…
Çünkü o babası Zekeriya Bey’in 6. çocuğudur ve hislidir…
Bugün çok güvenerek çıkardığı ‘Adam Kavgada Belli Olur’ adlı albümü ile de en önemli işlerinden bir tanesine adım attığını düşünmektedir…
VE BUGÜN TÜRKİYENİN EN BÜYÜK RADYOSU KRAL FM dedir
Ve inatla, Nüzhet Erman’ın dediği gibi;
‘Taş toprakmış,
Kış kıyametmiş dinlemez,
Şiir, kardelendir !..’ derken, kurt kapanı şöhretler dünyasına Nabi’nin diliyle seslenmeyi de kitabına da şerh düşerek ihmal etmez:
‘Yıkanlar hatır- ı naşadımı ya rab berhüdar olsun,
Benim için namurad olsun diyenler bermurad olsun!’
Meraklısına birkaç not: Aileden genetik Fenerbahçelidir…
Ama Ankara takımlarına ayrı bir gönül bağı vardır.
O, 6. his olduğu kadar 21 Mart ve en çok da Bedirhan’dır.
Ve kendisi özgeçmişi hakkında konuşmadığı için Ali Ulurasba özgeçmişini kaleme almaya çalışmıştır…
‘İYİ GECELER DÜNYA !’ öyle ya.
|